Makaleler

Umre, en kısa manasıyla kutsal mekanları ziyaret anlamına geliyor. Hac ibadetinden farkı ise, Zilhicce ayının hac yapılan günlerinin dışında olmasıdır. Umre görevini yapan insana “mutemir” (Yarı Hacı) deniyor. Sevgili Peygamberimiz’in böyle bir yolculuğa çıkarken: “Ya Rab! Hac ve Umre yolculuğunu bana kolay kıl” şeklinde dua ettiğini de hatırlatalım.
“Kime ki Kâbe nasip olsa Hüdâ rahmet eder, Her kişi hânesine sevdiğin davet eder” diyen Nahifi’nin, bu yaklaşımından Hac ve Umre’nin bir nasip işi olduğunu ve ilahi bir davete dayandığını anlamaktayız. Böyle bir kutsal yolculuğa çıkanlar, Mekke’de Cenâb-ı Allah’ın, Medine’de ise, Hz. Peygamber’in misafiri olduklarını unutmamalıdırlar.
İnşallah siz bu satırları okuduğunuz sıralarda, biz de maaile olarak kutsal yolculuğun ilk durağı Mekke-i Mükerreme’de olacağız. Geçtiğimiz yıl olduğu gibi bu yıl da inşallah Berat Kandili’ni, Beytullah’da idrak edeceğiz. Bu bağlamda siz değerli okuyucularmızı da dualarımıza iştirak edeceğimizi belirtelim.
Yıllar boyunca Şairin: “Ey bad-ı sabâ yolun uğrarsa Semt-i Haremeyn’e, Tazimimi arz eyle Rasul’üs- Sakaleyn’e…” beytindeki iştiyakla o yolları gözledik. Uçan kuşlardan, esen rüzgarlardan haber bekledik durduk. Yunus gibi: “Arayı arayı bulsam izini, izinin tozuna sürsem yüzünü” diyerek bu hicranla yanıp kavrulduk. Ve nihayet Rabbimiz niyazlarımızı karşılıksız bırakmadı ard arda yapılan davetlere şükrettik. Yapılan her yeni davete de “Lebbeyk! Lebbeyk! Buyur Allah’ım buyur” diyerek, her can-ı gönülden isteyene nasip olması dileğiyle, koşacağız o kutsal yerlere. Karınca kararınca kulluk vazifemizi ifa etmeye gayret sarfedeceğiz.
İnsan’ın, ziyaret ettiği yerlerin tarihi ve soyal dokusunu bilmesi, içerdiği dînî mesaja vâkıf olması ve tarih boyunca yaşanmış hadiseleri hafızasında tekrar yaşaması halinde, yaptığı vazifenin yüceliğini daha iyi anlama ve kavrama imkânına kavuşacağı muhakkaktır. Dolayısıyla bu tür kutsal yolculuklarda, cesetten ziyade ruha, zarftan ziyade mazrufa yönelmek gerekiyor. Çuval çuval keçi boynuzu aramaktan çok, balı bulmak gerekiyor.
Sevgili Peygamberimiz’in huzuruna çıkmak, gezip dolaştığı yerlere çıplak gözle bakıp uzunca zaman seyretmek,, savaştığı mekânlarda mana atmosferinde O’nunla beraber kılıç sallamak ve o Asr-ı Saâdet havasını teneffüs etmek, Zemzem’den içmek, Kâbe’nin etrafında pervane olup dönmek, insanda tarifi mümkün olmayan duygular oluşturması elbette çok tabiidir.
Hz. Adem ve Havva validemizin buluştuğu, dua eyleyip afolunduğu, Hz. Musa dahil tam 70 Peygamber’in namaz kıldıkları Arafat ve Mina bölgesinde, Mekke ve Medine’nin sokak ve caddelerinde, Uhud’ta, Hendek’te Ravza-i Mutahhara’da, El- Muazzam İstasyonunda ve daha pek çok mekânda bulunurken, yüreklerde rihteri yüksek depremler yaşanmaması düşünülebilir mi?
Tüm Kutsal Topraklarda, özellikle de Mescid-i Nebevi’de ve Mescid-i Haram’da kare kare, nakış nakış ecdadımızın o yüce ve ulvi hizmetini görünce, insanın titrememesi ve irkilmemesi mümkün mü?
Esseyyid Ahmet Zühdi’nin, “Elmecmuatü’z-Zühdiyye Fi’l-Ahkâmu’d-Diniyye” adlı eserini kaynak gösteren Üstad N. Fazıl, Mekke ve Medine şehirleri hususunda şu yargıya varmaktadır:
“Peygamber kabrinin yeri, dünyanın her noktasından ve arş ve kürsüden de üstündür. Müthiş! Kâbe ise mukaddes kabir hariç tutulmak şartıyla Medine’den üstündür. Bu bilgiler önceden malumum olarak Nurlu Medine’ye girer girmez ne hissetmem gerektiğini takdirinize bırakırım.”
Bu noktada Üstad’ın, o iklime gitmeden önce bilgilenip bir altyapı oluşturduğunu anlıyoruz. Bu keyfiyet de, bize bir gerçeği öğretiyor. Kutsal topraklara bilinçli gitmek. İşin mana boyutuna yönelmek. Nereye, niçin ve nasıl gidilmesi gerektiğinin özünü kavramak. Kimin huzuruna nasıl çıkılacağını, kime nasıl misafir olunacağını, nerede, ne zaman, ne yapılacağını bilmek.
Yüce Mevla’nın bize, taklidi değil, tahkiki, anadan babadan görme değil, düşünceden doğma bir imanı nasip etmesini dileyelim. Bu duygularla dönüşte de inşallah Umre izlenimlerimizi siz okuyucularımızla paylaşmak dileğiyle hoşca kalın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder